Haziran 16, 2010

Doğru Kişi... (Ya da Yarın kesin...)


 “İSKENDER”
(Taksim - 01:26)
Taksimdeki evinde yalnız yaşayabilmek için ailesiyle uzun mücadeleler vermişti. Mücadele boyunca top; olgunluk, sorumluluk ve gayri safi milli gelir üçgeni arasında gidip gelmiş ve son saniye atağıyla İskender bonservisini de alarak özgür kalmıştı.
İlk günlerinde, gece çıkmadan votka önderliğinde pre-klüp havasında ilerleyen ev, bir ara playstation kefeye, zamanla “Abi, dışarıda bir içkiye 30 TL vereceğimize evde eğleniriz mis gibi” cümlelerinin nihai noktasına ve de son olarak alkol ve testosteron yüklü bünyelerin sabaha karşı geri döndüğü ve yetmemiş gibi son bir içki daha içilen birahanesi haline gelmişti. Ama hiç bir zaman asıl düşlerini süsleyen; ünisex tabu partilerinin yapıldığı, mum ışığında şarapların içildiği, bir Schopenhauer’dan bir Freud’dan alıntıların, betimlemelerin havada süzüldüğü bir ev olamamıştı. Burası kesinlikle İskender’in oynamak istediği klüp değildi, elinde bonservisi sahaya dahi çıkamadan antrenman yapmadan kariyeri eriyordu. 

           Geçen ay, küçük bir halı saha da çift kale maç yapabilecek sayıda erkeğin doluşmasıyla, ev, sonunda bir şarap ve bira şişesi müzesine dönüşmüştü.Ki yeni müzenin baş yapıtı şüphesiz, özgün bir çalışma olan “ DVD pileyır üstüne dökülen bira köpüğü” adlı eserdi.
Kariyeri futbolculuktan müze müdürlüğüne doğru ilerleyen İskender ise uzunca bir süredir gece yatağa yattığında “Yarın DVD pileyır’ı kesinlikle tamire götüreceğim” cümlesini kurmayı ihmal etmiyordu.Bir nevi dua eşliğinde inanç pekiştirilen bir ayine dönüşmüştü. Sorumluluk duygusunun uykuya dalmadan zihinde yaptığı 6 tonluk pres etkisini azaltmakta kullanılan bir tedavi metoduydu. Tabi bu “büyük” sorumluluk projesi ertesi yatağa giriş merasimlerine kadar da kıl kıpırdatmadan zihinde, köşesine çekiliyordu.
Uykuya dalmadan önce düşündü ve tam olarak  şöyle dedi “Yarın DVD pileyır’ı kesinlikle tamire götüreceğim…”
Sabah olmuştu.Yataktan kalktığında Üzerinde annesinin 3 tanesini 10 liraya aldığı büyük ve bol baksır, yüzünde de kocaman bir sırıtma vardı. Aynanın karşısına geçip savaş kazanmış bir komutan edasıyla kısık bakışlarla kendini süzdü ve banyoya gitti. Artık müze müdürlüğünden komutanlığa terfi etme vakti geldi diye düşündü içinden.
Banyo yaparken 2 kez şampuanlanma huyu bir anda 3’e çıktı, sırtını bir jimnastikçi esnekliğiyle liflerken, yıllardır kullanmaya kıyamadığı ama olurda eve karşı cinsten biri gelirse görsün diye banyo aynasının önüne koyduğu, üzerinde  engel atlar gibi zıplamış bir ata binen zırhlı, eli mızraklı adamın olduğu vücut şampuanını boca etti. Vaftiz kısmından  sonra, havluya uzandı, önce temiz mi diye kokladı  sonra da kurulanıp beline sardı.
Çok terleyen biri değildi ama en ufak ayrıntı dahi atlanmamalıydı. Bu sebeple sıra deodoranta gelmişti. “Yeni banyodan çıkmış vücuda sıkılan deodorant egoya doping etkisi verir, özgüveni tazeler” demişti yaşça büyük ve davudi sesli bir arkadaşı.
Deodorantını bir süre aradıktan sonra ıslak ve çıplak ayaklarıyla halısı olmayan koridoru ıslatmamak için “topuk üstünde yürüme” gösterisini salona kadar sürdürdü. Deodorant oradaydı.Son 3 gündür durdu yerde, ütü masasının üstünde.
Kullanmak için bastığında ise koca bir “tıssssss” sesinden sonra daha kısa ve kesik kesik “pıssst …” sesleri gelmeye başladı. Gözleri “ eyvah!!” dermiş gibi faltaşı şeklinde açıldı.Deneyimlerine dayanarak, birkaç deneme sonunda “tıssss”ların dahi duyulmaz hale geleceğini biliyordu.Ardından, yazlık yörelerin şov meraklısı barmenlerine taş çıkartırcasına kutuyu delice çalkaladı ve ters çevirerek denedi, bir deodoranttan beklenen “pısssst” sesi geldi. Faltaşları, çakıl taşlarına geri döndü.
Banyoya geri dönecekken, ilk taktiğin işe yaramadığını anlayarak ikinci planı devreye soktu. Uzun adımlarla 3 temas noktası belirleyerek engelleri aşıp banyo cephesine geri geldi. Arkasında buharlaşana kadar kaderlerine teslim bir şekilde duracak olan su birikintileri kalmıştı.
Banyoya girdiğinde kartal gibi etrafa bakıyordu, 10 gündür yerde duran çorabı, banyo havlusunun yanında asılı duran pantolonu ve çamaşır makinesinin üstünde ki gömleğini; disiplinli bir asker gibi hemen kirli sepetine attı. Sepet dolu olduğu için kapak kapanmayınca kirlileri eliyle iyice bastırdıktan sonra kapağı kapadı “Büyük İskender”. Bu son eklenen 3 kıyafetle artık kirli sepetinin sınırı aşılmıştı. Hep sepet isyan ediyordu hem de içerideki çamaşırlar. En son içeri atılan kot da Komutanlık taslayan Büyük İskender’e o kadar kızmıştı ki sinirden düğmelerinden biri neredeyse kopacaktı. Burada yıkanmadan haftalarca hapis olacağını biliyordu. Halbuki her zaman yanında olmuştu daha geçen hafta üzerine dökülen birayı kamufle edebilmiş kimseye göstermemişti lekeyi. Haksızlık dedi kendi kendine.    
İskender ise hazırlanmaya devam ediyordu. Dişlerini saatine bakarak tam 3 dakika boyunca fırçaladı. Dolabında tek başına asılı duran tertemiz gömleğini aldı.Altına ne giysem diye düşündü. Dolaplara baktı, yatağın altına baktı, kapıların arkasındaki eğreti duran askılara baktı, ama hiçbir şey bulamamıştı. Hem vakti azalıyordu hem de daha yapması gereken bi sürü iş vardı. Banyoya girdi kirli sepetini açtı ve biraz önce atmış olduğu kotu giydi.
DVD pileyır’ı tamircisi için bu kadar hazırlık yapmadığı kesindiği o halde buluşacağı bir kadın vardı.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder