Haziran 22, 2010

Buz Duvara Düz Koşu... -2-


Ayaklarının altı soğuktan o kadar acıyordu ki sanki ateşin üstünde koşuyor gibi hissetti. Hala nasıl olduğunu anlayamamıştı ama aklından tek bir şey geçiyordu.
“Durmamalıyım…”
Durduğunda düşmekten mi korkuyordu? Yoksa bu duvarın sonunun olmamasından mı? Ne olursa olsun yıllarca karşısında beklemekten daha iyiydi.
Henüz karşısına ne bir delik ne de bir engel çıkmıştı. Yer yüzü o kadar küçük gözüküyordu ki, hayatı boyunca tek bildiği küçük kulübesini zar zor seçiyordu. 
Saatlerce durmadan koştu, güneş çoktan batmıştı. Her taraf zifiri karanlıktı. Sadece bir yıldız parlıyordu ve tek yaptığı ona doğru koşmaktı. Duvarda değil, düz bir yolda koşuyor gibi hissediyordu. Ne kadar yüksekteyim acaba diye düşündü.

Bütün gece koşmuştu. Artık ayaklarının o kadar acımadığını fark etti. Ayaklarına baktı, o tek yıldızın çok hafif aydınlattığı ayaklarına. Bembeyazdılar. Dondular diye düşündü.
“Sabah ne zaman olacak… Olacak mı?”
Yorulduğunu hissetti yavaşlamaya karar verdi.Hiç durmayı denememişti. Biraz dinlensem sonra gene koşmaya başlarım diye düşündü.
“Ya düşersem?”
Yavaşladı… Sorun yok gibiydi. Biraz daha yavaşladı… Sonra biraz daha… Artık iyice yavaşlamış neredeyse yürümeye başlamıştı. Yavaşladıkça yorgunluğunun bastırdığını hissediyordu. Sanki bir güç ayaklarından onu yere doğru, geriye çekiyordu. Bir an ürperdi. Çok güçsüz hissediyordu.  
“Birkaç saniye dinlenmem lazım…”
        Nefesini tuttu. Durdu.  Kalbinin inanılmaz derecede hızlı attığını hissetti. Dizlerinin üzerine çöktü, dirseklerini yere koydu, alnını avuçlarının içine. Nefesini yavaşça geri verdi.
“Dinlenmem lazım…”
Tekrar derin bir nefes almak üzereydi ki bir anda aşağı doğru sürüklendi. Kafasını alnından çekti, elleriyle zemine tutunmaya çalıştı, o kadar pürüzsüz çıkıntısız bir duvardı ki, tutunamadı. Ardından bir kez daha sürüklendi bu sefer daha fazla sürüklenmişti.. Korkudan terlemeye başlamış, ensesinde bir damla ter yavaşça sırtından belline doğru aktığını hissedebiliyordu. Ayağa kalkıp adım atacak gücü kendinde bulamıyordu. Gittikçe aşağıya doğru düşüyordu, kendini durdurabilmek için tırnaklarını zemine geçirdi. En ufak bir yavaşlama olmadı. Tırnaklarıyla o kadar sert bastırıyordu ki tırnaklarının yerinden kopmaya başlayacaktı. Kontrolsüzce bağırıyordu.
“Geri dönemem…”
Elleri ve ayaklarının üstünde yüz üstü sürükleniyordu. Neden durdum ki diye kendine küfretti. Tamamen paniklemişti. Bu kadar mıydı diye düşündü. Bu mesafeden düştüğünde ne olacağını tahmin etmesi hiç de zor değildi. Bir daha bağırdı, bu sefer sesi daha yüksek çıkmış ve imkanı olmamasına rağmen yankılanmıştı.
“HAYIR!!!”
Kendi sesini duyduğunda, sakinleşebilmiş ve neye inanması gerektiğini düşünmüştü. Yüz üstü buz duvara yapışık halde düşerken duvarın arkasına bakıyordu. Küçük bir aydınlık duvarın arkasında ağır kanlılıkla kendini göstermeye başlamıştı.
“Güneş…”
Duvarın arkasında tam karşısında aynı hizada parlamaya başlamıştı. O kadar güzel ve büyüleyiciydi ki düşmekte olduğunu önemsememeye başladı. Metrelerce kalınlıkta ki buz duvarın arkasında heybetle onu selamlıyordu sanki. Tekrar gözlerini kapamıştı. Göz kapaklarının arkasında güneşin ışığını görebiliyordu. Yüzünde huzurlu ve mutlu bir gülümsemeyle güneşin selamına karşılık verdi. Sakindi.
Sanki bir güç onu, yeni doğmuş bebeği annesinin kucağına aldığı gibi, nazikçe yavaş yavaş tutmuştu. Düşmesinin yavaşladığını, ayaklarının sürtündüğünü hissetti. Gözleri kapalı bir şekilde yüzündeki sakinlik güneşe kocaman bir gülümsemeye dönüşmüştü. Hafifçe mırıldandı.
“Hoş geldin…”
Artık düşmüyordu. Yorgunluğu da geçmişti. Yavaşça ayaklarının üstüne kalktı. Yeniden Buz duvarda dimdik durabiliyordu. Bu her nasıl bir güçse, inancından dolayı yardım etmişti. Daha önce bu kadar tüm varlığıyla inandığı bir şey daha olmuştu. Ve o ilk seferinde duvara doğru koşmaya başlamıştı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder